21 Temmuz 2015 Salı

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz, Noktayı fehm eylemektir ilm‐ü irfândan garaz


Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır.

İnsanın kendisini bilmesi için önce kendi hakikatini kavramış bir kişye ihtiyacı vardır. Çünkü kendi başımıza bu zor yolculuğu tamamlamamız imkansızdır. Ancak bir rehber sayesinde bu yolculuğu tamamlayabiliriz.

Nasreddin Hoca bir gün damdan yere düşmüştür. Bütün halk etrafına toplanmış ve “Hocam nasılsınız, bir doktor çağıralım mı” demişlerdir. Nasreddin Hoca “Bana doktor gerekmez, damdan düşen birini getirin benim halimden ancak o anlar” demiştir.

İşte görüldüğü gibi bir insanın halini ancak o yollardan geçmiş olan bir kimse anlar. Bu yüzden kişi kendi özünü anlamak için bir hakikat efendisine teveccüh eder. İlim ve irfanı anlamak içinde noktayı anlamak gerekmektedir ki o nokta tevhit noktasıdır. O nokta anlaşılmaz ise insan kendi özünede vakıf olamaz. Teklik noktası olan o nokta her şeyin başlangıcıdır. Dikkat ederseniz her hangi bir şey yazmak istediğinizde kalemin ucu sayfaya değdiğinde bir noktadan başlar ve yazı öylece oluşur. Her şey bir noktadan başlar.



Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilmü irfândan garaz.
Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz.
Sânii gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.
Hep celâlin perdesidir küfrü isyândan murad,
Bahrı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz.
Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz.

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilmü irfândan garaz.

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır.

İnsanın kendisini bilmesi için önce kendi hakikatini kavramış bir kişye ihtiyacı vardır. Çünkü kendi başımıza bu zor yolculuğu tamamlamamız imkansızdır. Ancak bir rehber sayesinde bu yolculuğu tamamlayabiliriz.

Nasreddin Hoca bir gün damdan yere düşmüştür. Bütün halk etrafına toplanmış ve “Hocam nasılsınız, bir doktor çağıralım mı” demişlerdir. Nasreddin Hoca “Bana doktor gerekmez, damdan düşen birini getirin benim halimden ancak o anlar” demiştir.

İşte görüldüğü gibi bir insanın halini ancak o yollardan geçmiş olan bir kimse anlar. Bu yüzden kişi kendi özünü anlamak için bir hakikat efendisine teveccüh eder. İlim ve irfanı anlamak içinde noktayı anlamak gerekmektedir ki o nokta tevhit noktasıdır. O nokta anlaşılmaz ise insan kendi özünede vakıf olamaz. Teklik noktası olan o nokta her şeyin başlangıcıdır. Dikkat ederseniz her hangi bir şey yazmak istediğinizde kalemin ucu sayfaya değdiğinde bir noktadan başlar ve yazı öylece oluşur. Her şey bir noktadan başlar.

Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz.

Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
O dâvetten niyet vahdetin sırrı bilinmesidir.

Allah (c.c)’ın göndermiş olduğu bütün peygamberler davetlerinde hep kulları birliğe vahdete davet ettiler. Çünkü bu dünya da birden başka bir şey yoktur.





Beş duyun olur sana perde
Gel artık kalma ara yerde
Nefsin düşürmesin seni derde
Bir olana gel, bir olana

Temizle sen özünü terk et şaşılığı
Bir olana çevir yüzünü
Gayri aç gönül gözünü
Bir olana gel, bir olana

Kesip kesafetten yüzünü
Gel bir eyle özünü
Ayrı tutma birden sözünü
Birden başka ne var âlemde

Zikir eyle bir olanı
Canda var olup canan olanı
Âlemde hep var olanı
Birden başka ne var âlemde

Sânii gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.

Yaratanı gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
O sanattan maksat kendini göstermek içindir.

Hak bütün tecellisi ile kendisini açığa çıkartır. Önemli olan bütün bu tecellilerin arkasındaki faili mutlak’ı görmektir. Esmadan geçip müsemmaya ulaşanlar her yerde gerçek faili görürler.



Hep celâlin perdesidir küfrü isyândan murad,
Bahrı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz.

Hep celâlin perdesidir küfür ve isyândan murad,
Fazilet ve rahmeti vücûd deryasının bir damlasındandır.

Hakkın bu âlemlere tecellisi iki türlüdür. Cemal ve celal tecellileridir. Celal tecellileri şiddetli ve yakıcıdır. Cemal tecellisi ise yumuşak ve rahatlatıcıdır. Kişilerin küfrü ve isyanı celal tecelisine dayanamayışındandır. Hal bu ki Allah (c.c) celalinden ikram eder. Rahmeti ise hakkın cemal yüzüdür. O vahdeti vücut deryasından bir katredir.

Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz.

Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
Niyâzî bil ki o devletten maksat “Fakru fahrî” dir.

“Nefsini bilen rabbini bilir” hadisi şerif

Bu nefis ki bize hakkı bildiriyor. Yani ilahi sırrın ne olduğunu bize açıklıyor. O sır hakkın zatından başka bir şey değildir. Kendisinde bir varlık bırakmayan kişi hakkın varlığını ayan olarak görür.

  
Arifin sırrında vücuttan fakr (yoksunluk) tamam olmayınca perdesiz, doğrudan doğruya Hak'kın yüzüne bakması mümkün olmaz. Nitekim yüce Allah buyurmuştur:

“O gün bazı yüzler sevinçli, rablarına nazırdır.” (Kıyamet 32)

Varlığı atmazsa, Allah Teâlâ'nın göklere ve yere arz ettiği,  onların kabulden imtina, edip sadece insanın yüklendiği vücut manetini ödememiş olur. Ve bu suretle büsbütün hıyanetten kurtulamaz. Allah Teâlâ'yı da sevmez olur. Çünkü Allah Teâlâ

“Allah hainleri sevmez” (Enfal 58) ayetiyle ifade ettiği üzere onu sevmez.

Onun gözünden perde nasıl kalksın ve nasıl Allah Teâlâ'yı görsün ki o, Hak'ın olan vücudu kendine mal etmektedir. Çünkü fakrın tamamı, Allah Teâlâ'dan başka her şeyden varlığı almaktır. Vücut kalkınca Hakk görünür. Ve hiç kaybolmaz.




6 Ekim 2012 Cumartesi


Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz, Noktayı fehm eylemektir ilm‐ü irfândan garaz


Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır.

İnsanın kendisini bilmesi için önce kendi hakikatini kavramış bir kişye ihtiyacı vardır. Çünkü kendi başımıza bu zor yolculuğu tamamlamamız imkansızdır. Ancak bir rehber sayesinde bu yolculuğu tamamlayabiliriz.

Nasreddin Hoca bir gün damdan yere düşmüştür. Bütün halk etrafına toplanmış ve “Hocam nasılsınız, bir doktor çağıralım mı” demişlerdir. Nasreddin Hoca “Bana doktor gerekmez, damdan düşen birini getirin benim halimden ancak o anlar” demiştir.

İşte görüldüğü gibi bir insanın halini ancak o yollardan geçmiş olan bir kimse anlar. Bu yüzden kişi kendi özünü anlamak için bir hakikat efendisine teveccüh eder. İlim ve irfanı anlamak içinde noktayı anlamak gerekmektedir ki o nokta tevhit noktasıdır. O nokta anlaşılmaz ise insan kendi özünede vakıf olamaz. Teklik noktası olan o nokta her şeyin başlangıcıdır. Dikkat ederseniz her hangi bir şey yazmak istediğinizde kalemin ucu sayfaya değdiğinde bir noktadan başlar ve yazı öylece oluşur. Her şey bir noktadan başlar.



Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilmü irfândan garaz.
Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz.
Sânii gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.
Hep celâlin perdesidir küfrü isyândan murad,
Bahrı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz.
Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz.

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilmü irfândan garaz.

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır.

İnsanın kendisini bilmesi için önce kendi hakikatini kavramış bir kişye ihtiyacı vardır. Çünkü kendi başımıza bu zor yolculuğu tamamlamamız imkansızdır. Ancak bir rehber sayesinde bu yolculuğu tamamlayabiliriz.

Nasreddin Hoca bir gün damdan yere düşmüştür. Bütün halk etrafına toplanmış ve “Hocam nasılsınız, bir doktor çağıralım mı” demişlerdir. Nasreddin Hoca “Bana doktor gerekmez, damdan düşen birini getirin benim halimden ancak o anlar” demiştir.

İşte görüldüğü gibi bir insanın halini ancak o yollardan geçmiş olan bir kimse anlar. Bu yüzden kişi kendi özünü anlamak için bir hakikat efendisine teveccüh eder. İlim ve irfanı anlamak içinde noktayı anlamak gerekmektedir ki o nokta tevhit noktasıdır. O nokta anlaşılmaz ise insan kendi özünede vakıf olamaz. Teklik noktası olan o nokta her şeyin başlangıcıdır. Dikkat ederseniz her hangi bir şey yazmak istediğinizde kalemin ucu sayfaya değdiğinde bir noktadan başlar ve yazı öylece oluşur. Her şey bir noktadan başlar.

Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz.

Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
O dâvetten niyet vahdetin sırrı bilinmesidir.

Allah (c.c)’ın göndermiş olduğu bütün peygamberler davetlerinde hep kulları birliğe vahdete davet ettiler. Çünkü bu dünya da birden başka bir şey yoktur.





Beş duyun olur sana perde
Gel artık kalma ara yerde
Nefsin düşürmesin seni derde
Bir olana gel, bir olana

Temizle sen özünü terk et şaşılığı
Bir olana çevir yüzünü
Gayri aç gönül gözünü
Bir olana gel, bir olana

Kesip kesafetten yüzünü
Gel bir eyle özünü
Ayrı tutma birden sözünü
Birden başka ne var âlemde

Zikir eyle bir olanı
Canda var olup canan olanı
Âlemde hep var olanı
Birden başka ne var âlemde

Sânii gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.

Yaratanı gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
O sanattan maksat kendini göstermek içindir.

Hak bütün tecellisi ile kendisini açığa çıkartır. Önemli olan bütün bu tecellilerin arkasındaki faili mutlak’ı görmektir. Esmadan geçip müsemmaya ulaşanlar her yerde gerçek faili görürler.



Hep celâlin perdesidir küfrü isyândan murad,
Bahrı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz.

Hep celâlin perdesidir küfür ve isyândan murad,
Fazilet ve rahmeti vücûd deryasının bir damlasındandır.

Hakkın bu âlemlere tecellisi iki türlüdür. Cemal ve celal tecellileridir. Celal tecellileri şiddetli ve yakıcıdır. Cemal tecellisi ise yumuşak ve rahatlatıcıdır. Kişilerin küfrü ve isyanı celal tecelisine dayanamayışındandır. Hal bu ki Allah (c.c) celalinden ikram eder. Rahmeti ise hakkın cemal yüzüdür. O vahdeti vücut deryasından bir katredir.

Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz.

Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
Niyâzî bil ki o devletten maksat “Fakru fahrî” dir.

“Nefsini bilen rabbini bilir” hadisi şerif

Bu nefis ki bize hakkı bildiriyor. Yani ilahi sırrın ne olduğunu bize açıklıyor. O sır hakkın zatından başka bir şey değildir. Kendisinde bir varlık bırakmayan kişi hakkın varlığını ayan olarak görür.

  
Arifin sırrında vücuttan fakr (yoksunluk) tamam olmayınca perdesiz, doğrudan doğruya Hak'kın yüzüne bakması mümkün olmaz. Nitekim yüce Allah buyurmuştur:

“O gün bazı yüzler sevinçli, rablarına nazırdır.” (Kıyamet 32)

Varlığı atmazsa, Allah Teâlâ'nın göklere ve yere arz ettiği,  onların kabulden imtina, edip sadece insanın yüklendiği vücut manetini ödememiş olur. Ve bu suretle büsbütün hıyanetten kurtulamaz. Allah Teâlâ'yı da sevmez olur. Çünkü Allah Teâlâ

“Allah hainleri sevmez” (Enfal 58) ayetiyle ifade ettiği üzere onu sevmez.

Onun gözünden perde nasıl kalksın ve nasıl Allah Teâlâ'yı görsün ki o, Hak'ın olan vücudu kendine mal etmektedir. Çünkü fakrın tamamı, Allah Teâlâ'dan başka her şeyden varlığı almaktır. Vücut kalkınca Hakk görünür. Ve hiç kaybolmaz.

http://niyaziimisri.blogspot.com.tr/2012/10/derman-arardm-derdime-derdim-bana.html

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş, Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş


Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân  sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Delil sorardım aslıma aslım bana delilmiş.

Dert zahiren sıkıntı ve zorluk demektir. Her işi bir hikmet üzerine olan hakkın işlerini bizler şer olarak adlandırmak ile kendi gafletimizi ortaya koymaktayız. Sonsuz hayır sahibi olan Allah (c.c) kullarına zulüm edici değildir.Bizler kendi nakıslıklarımızla sıkıntıları dert olarak adlandırıp bir üzüntü ve ümitsizlik içerisine düşeriz.
Halbuki hakkın bütün tecellileri kullarını kemalata çekmek içindir. Bizler kıt olan anlayışımızla bunu anlayamamaktayız.Ancak arif olanlar bir efendiye bende olan kişiler eğer tam olarak teslim olurlarsa her tecellide hakkı seyir edip hiç bir şeyden mahzun olmazlar.




Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.
Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü,
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş.
Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş.
Savm u sâlât u hac ile sanma biter zâhid işin,
İnsânı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş.
Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’alyakîn,
Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş.
Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır,
Mürşidi Kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş
Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur,
Âlem kamû bir yüz dürür gören anı hayrân imiş.
İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân  sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Delil sorardım aslıma aslım bana delilmiş.

Dert zahiren sıkıntı ve zorluk demektir. Her işi bir hikmet üzerine olan hakkın işlerini bizler şer olarak adlandırmak ile kendi gafletimizi ortaya koymaktayız. Sonsuz hayır sahibi olan Allah (c.c) kullarına zulüm edici değildir.Bizler kendi nakıslıklarımızla sıkıntıları dert olarak adlandırıp bir üzüntü ve ümitsizlik içerisine düşeriz.
Halbuki hakkın bütün tecellileri kullarını kemalata çekmek içindir. Bizler kıt olan anlayışımızla bunu anlayamamaktayız.Ancak arif olanlar bir efendiye bende olan kişiler eğer tam olarak teslim olurlarsa her tecellide hakkı seyir edip hiç bir şeyden mahzun olmazlar.

Elâ inne Evliya Allahi Lâ havfün aleyhim velâhüm yahzenun” Yunus 62

“Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.”

Bu ayeti kerimede de görüldüğü gibi onlar her hali ile hakkı tanırlar. Bu yüzden hiçbir şeyi dert olarak adlandırmazlar.

Batını olarak dert ise Allah (c.c) derdidir. Onun veçhini görmek için aşık dert çeker. Ve derman yine kendisindedir. Çünkü insan bu dünya ya gönderilirken sır ile gelmektedir. O sır hakkın zatıdır.
Kendi iç dünyasına nazar edip orada hakkı gören kullar dertlerine derman bulmuş olurlar.

Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü,
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş.

Sağ ve solumu gözler idim dost yüzünü görmek için,
Ben dışarıda arar idim ol cân içinde cân imiş.


Kullar kendi akılları ile kafa gözleri ile hakkı göreceklerini zannederler. Bu sebeple sağa ve sola, yukarı bakmaktadırlar. Ancak bu boşa bir çabadan başka bir şey değildir. Hak insanın içerisinde kalp aynasından yansıması ile görünür. Ve şunuda unutmamak lazımdır ki Hakkı ancak Hak görür.

Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş.

Öyle sanırdım ayriyem dost başkadır ben başkayım,
Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş.

Tevhit ehli olmayan kullar daima ikiliktedir. Yani kendisi var, annesi, babası var birde Allah (c.c) var diye zanda bulunur. Hal bu ki hepsinin özü tek olan Allah (c.c) tır. Bunu ancak tevhit zevki ile müşahede eden kullar bilir. Çünkü onlar bu alemde ne yöne baksalar her yerde O’nu görürler. İkilik gafletin göstergesidir. Bunu da ancak bir hakikat efendisine bende olarak aşabiliriz. Kul kendi fiillerinde, sıfatlarında ve mevcudatında fena bulursa bunların hepsinin sahibinin hak olduğunu görür. Görmekle de kalmayıp göreninde o olduğunu yine onun şuhudu ile bilir.









Savm u sâlât u hac ile sanma biter zâhid işin,
İnsânı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş

Oruç, namaz ve hac ile sanma biter zâhid işin,
İnsânı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş

Oruç, namaz ve hac gibi ibadetlerin küçümsenmesi yoktur bu dizelerde. Bazı kişiler hemen bu amellerin boş olduğunu zannedip bu ibadetleri terk eder. Ancak burada hakka vasıl olmak için bu ibadetlerin yeterli olmayacağını, bununla beraber tevhit irfaniyetinin olmasınında lüzumu vurgulanmaktadır. Çünkü tevhit irfaniyeti ile kul ikilikten kurtulmadığı sürece yaptığı ibadetler tam manası ile kemal bulmaz. Çünkü kamil bir insan olmak için önce şirkten geçip tekliğe ulaşmak gerektir.

Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş.

Nereden gelir yolun senin ya nereye varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş.

Kul bu dünaya nereden ve neden geldiğini bilmez ise kendisine yüklenen ilahi sırrın farkında olmadan geldiği yere geri döner. Bizler sadece hislerden müteşekkil varlıklar değiliz. Yani sadece yemek içmek ve üremek için bu dünya ya gönderilmedik. Çünkü bu özelliklerin hepsi hayvanlarda da vardır. Bizi onlardan ayıran yegane şey ilahi sırdır.
O da herkeste buluanan hakkın zatıdır. Bu ilahi bilinci bulmadan ve bilmeden geri gidenler hayvan hükmündedir.

Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’alyakîn,
Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş.

Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’alyakîn,
Mürşidi olmayanların bildikleri şüpheli imiş.

Kişinin Hakkı bütün tecellileri ile tanıması için bir hakikat efendisine bende olması şarttır. Çünkü bir efendiye varılmaz ise kul nakıs olarak geri döner. Hakikat efendisine varmayan kişiler daim olarak gizli şirkte ve suret ibadetindedir. Çünkü ibadetin özüne vakıf değildirler. Ortada bir benlik olduğu sürece de bu böyle devam edecektir. Kişi ancak bir hakikat efendisinin eğitimi ile kendisinin de hakikatinin haktan başka bir şey olmadığını anlar.

Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır,
Mürşidi Kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş

Her mürşide gönül verme kim yolun sarpa uğratır,
Mürşidi Kâmil olanın gâyet yolu kolay imiş

Her ben efendiyim diyen kişiye gönül verme dolanıp durur ve zaman kaybedersin. Çünkü tarikatta olan ve kendilerini hakikat ehli olarak tanıtan kişiler etrafına öğrenci toplar.


 Daha sonra nefis mertebelerinde öğrencilerini senelerce oyalar ve öğrenciye günlük tespihatlar vererek onları oyalar ve kendisine isabet eden iyilikleri efendisinden bilmesini ister ve bir kötülük dokunduğunda ise onu derslerini eksik yaptığında öğrenciye yükler. Böylece kendisi de öğrencileri ile birlikte nakıs olarak hakka geri dönerler. Hak efendisi bir öğrenciye üç şeyi sevdirir. Öncelikle Allah (c.c)’ı sevdirir. Sonra Resul’ü sevdirir ve sonra bütün tecellileri ile bu hayatı sevdirir. Kendilerini rabıta ettirmezler. Ve öğrencilerini efendiye hediye alma yarışına sokmaz. Hiçbir öğrencisini diğerine tercih ettiğini açıklamaz. İşte böyle bir efendiye bende olanlar hakkı bulurlar. Yolları gayet düz olur ve maksatlarına çabuk ulaşırlar.

Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur,
Âlem kamû bir yüz dürür gören anı hayrân imiş.

Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur,
Âlem hepsi bir yüz dürür gören anı hayrân imiş. 

 Anla ki efendinin sözleri birlikten başka bir şey değildir. O daim olarak hakkı anlatır. Ve bu alemde görünenin haktan başka bir şey olmadığını telkin eder. Kim O’nu bütün yüzlerden izler ise bu hakikate hayran olur.

İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş

İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere gizli imiş

Hakikat efendisinin sözünü işit ki hak bütün cihanda ayandır.
 Ondan başka bir nesne yoktur. Bunu ancak tevhit irfaniyeti ile görebilirsin. Çünkü avam Allah (c.c) görülmez der. Fakat hakikat ehline her an ayandır.